16 Şubat 2017 Perşembe

Kıbrıs Görüşmelerinde ki krizler hakkında.

Arkadaşlar öncelikle Bu krizlerin hiçbir zaman bitmeyeceğini belirtmek isterim. Çünkü Bu krizler bilinçli yaratılmak da ki bu bizim işimize yarar . KKTC cumhurbaşkanı veya bizim bakanlardan herhangi birinin bu krizler hakkında somurttuğunu gördünüz mü ? Göremezsiniz Çünkü karşı taraf sürekli adanın Rumlara ait olduğunu ve Türk askerinin Adadan ayrılmasını İstiyor. Bu da bizim işimize gelmez Kıbrıs adasında türklerinde hakkı vardır .Ayrıca ada Türkiye için Paha biçilemez bir stratejik nokta konumunda. Türk Savaş gemileri İçinde Üs konumunda Bulunuyor . Ada Akdeniz de Türkiyenin varlığının En somut delillerinden biridir. Kıbrıs elden çıkarsa bilinki Türkiye'nin Akdeniz de ki güvenliği tehlike altındadır. Aslında bu görüşmelerde Rum tarafının Sürekli sinirlenip gitmesi bizimkilerin rollerini çok iyi oynamasının sonucudur. Türk tarafı Bu rolü geçmişten beri çok iyi oynamaktadır. Ada da Rumların isteklerinin yapılması asla ama asla kabul edilebilir değil. Bu BM aracılığı ile sürekli gündeme gelen Kıbrıs Görüşmeleri Konusu herzaman Muallakta kalacaktır. Türk tarafı aslında görüşmeyi de istemiyor çünkü görüşmelerden hiçbişey çıkmayacağı aşikar her iki tarafında kırmızı çizgileri var ve bunlar aşılamaz. Bundan dolayı Dünya gündeminde Türkiye oyunbozanlık yaptı gibi bir söylenti yayılmaması için Bizimkiler sürekli Rum tarafını Küstürüp masadan kaçmalarını sağlıyor :) buda Dünya gündeminde Bizim değil onların küçük düşmesine sebeb oluyor . Türkiye bu politikaları ile Bir nevi Biz anlaşmalara açığız fakat Rum tarafı anlaşmazlık çıkarıyor havası veriyo :) Güzel politika :D zaten bizimde anlaşmaya niyetimiz yoktu :)

Son görüşmelerde de Rum tarafı kapıyı vurup kaçmış Artık bizimkiler neler dediyse :) açıklamalara bakılırsa Bizimkiler baya üstlerine gitmiş . Ama haklılar yani Rumlarda daha ne istiyor . Sen gel Enosis i kutla Sonra bize şurdan toprak ver burdan toprak ver de Türk askeri Adadan çıksın de . Bizde hemen kabul edelim Yok canım. Kıbrıs Adasında Yunan Askeri kaldıkça Türk askeri de kalacaktır. Hatta yunan giderse bile Türk askeri kalacaktır. Çünkü Orası Bizim Toprağımızdır. Zamanında Beşparmak Dağlarına nasıl tank sürdüysek Zamanı gelince Yine süreriz . Fena gaza geldim Tank verin Yunanistana süreyim : )  Arkadaşlar Bu konu hakkında ki görüşüm Bu anlaşmalar hiçbir zaman yapılmayacak ve Kıbrısın bir bölümü her zaman türk kalacaktır.  Bu anlayış Bizim Akdeniz Politikalarından biridir ve vazgeçilemez.

Yazımın bu kısmına geldiğinize göre okumuş olmalısınız . Teşekkür ederim  Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle :D ....

15 Şubat 2017 Çarşamba

Kredi Notu Neden Sıfır Olur? Nasıl Yükseltilir.

Kredi Notu Neden Sıfır Olur?
Kredi notu hayatımıza girdiğinden bu tarafa bankalar ile olan ilişkilerimize özen göstermeye başladık. Bu not işini okul hayatımıza benzetebiliriz. Derslerimize gününde girip, tüm konuları dikkatli bir şekilde dinlememiz gerekiyor. Bize verilen görevleri yani ödevleri gününde yaparak öğretmenimizin kontrol etmesine izin vermeliyiz. Ayrıca her ay düzenli olarak sınavlara girerek, onlardan geçer not almalıyız. Kredi notu ile ders notu birbirine çok benzeyen iki kavramdır. Ancak ayrıldıkları nokta derslerde telafi sınavları yapılırken kredi notunda telafisi olsa da çok zordur. Bir kez yanlış bir işlem yapılmışsa bunun düzeltilmesi için üzerinden yıllar geçmesi gerekiyor.
En az 5 yıl eksi durumda olan kredi notunun düzelmesi için gerekli olan süredir. Yani o eksi notun tekrar hesaba katılmaması için tüm bu süre içerisinde düzenli olarak görevlerimizi yerine getirmemiz gerekiyor. Kredi notu sistemi Kredi Kayıt Bürosu tarafından takip edilmektedir. Kredi notunuzun düşük olması talep ettiğiniz kredi ve kredi kartlarından olumsuz cevap almanızı nedenidir. Neden böyle oluyor diye kendinize sorarsınız. Ancak sizde bu durumun neden olduğunun gayet farkındasınızdır. Kredinin geri çevirme nedenleri arasında gelir yetersizliği, düşük kredi notu olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunların yanında kredi notunun sıfır olması da vardır. Şimdiye kadar bu durumla karşılaşan birisi olduğunu gördüğünüzü sanmıyoruz. Ancak sizin ya da etrafınızda ki birisinin bu durum ile karşılaşmasının belirli nedenleri vardır. Şimdi bununla ilgili bilgileri paylaşmaya çalışalım.
Kredi notu neden sıfır olur?
Kredi notunun orta seviye ya da düşük olması olası durumlardır. Ancak kredi notunun sıfır olabilmesi için çok fazla uğraş vermiş olmanız gerekiyor. Kredi kayıt bürosu tüm bankacılık işlemlerimizi kayıt altına alır. Bu işlemlerin zamanında ve gerektiği şekilde yapılıp yapılmadığını kontrol eder. Eğer düzenli ve sorunsuz bir şekilde yapıldığından emin olursa kredi notunda yükselmeye olanak tanır. Kredi notunun sıfır olmasının tek bir sebebi vardır. O da kredi ya da kredi kartı almak için herhangi bir bankaya başvuru yaptığınız tarihe kadar hiçbir banka ile işlem geçmişinizin olmamasıdır. Yani ne siz bankaları tanıyorsunuzdur ne de onların sizden bir haberi vardır. İlk yapmış olduğunuz başvuruda Kredi kayıt bürosunda sizin adınıza hiçbir veri bulunmadığı için kredi notunuz sıfır olacaktır. Bu durumda banka sizin talep etmiş olduğunuz krediye olumsuz bir cevap verir. Mantıklı bir şekilde bakarsak bu onların en doğal hakkıdır. Hiçbir verisi olmayan birisine siz borç para verir misiniz? Tabi ki de hayır!
Kredi notunun sıfırdan yükseltilmesi nasıl yapılır?
Bu durum için kredi notunu belirleyen maddeleri sıra ile yapmanız gerekiyor. Öncelikle bankaya giderek bir hesap açtırmalısınız. Hesabınızda belirli miktarda para olması gerekiyor. Bu mevduat kredi notu hesaplanması yapılırken hesaba katılır. Ardından kredi kartı talebinde bulunmalısınız. Tabi hemen hesabı açtırdığınız anda bunu yapmanız yanlış olacaktır. Üzerinden belirli bir süre geçmesi gerekiyor. Bu sürede kredi notunuzun yükselmesi için banka hesaplarınızdan birisine faturalarınız için otomatik ödeme talimatı vermelisiniz. Tüm ödeme işlemlerinizi banka aracılığı ile yapmalısınız. Bankada ne kadar çok sirkülasyon yaşanırsa kredi notunuzun yükselmesi de aynı oranda hızlı olacaktır.
Ardından ne kadar düşük olursa olsun bir kredi kartına sahip olmalısınız. Ve onu devamlı olarak kullanmalısınız. Aylık son ödeme tarihi gelmeden ödemenizi yapmak sizin için avantaj oluşturacaktır. Bu başvurunuzu gerçekleştirmek için bir banka şubesine gitmeniz gerekmiyor. İnternet bankacılığı ile başvurunuzu gerçekleştirebilirsiniz.

Ukrayna Vatandaşlığı Nasıl Alınır?


Ukrayna kendi bölgesinde Rusya ile ciddi sorunlar yaşamasına rağmen yaz sezonlarında topraklarına turist çekmeyi başaran ülkeler arasında. Gelecek eğlence hayatı olsun gerekse sahil kesimleri nedeni ile ziyaretçisi çok olan bir ülke. Ukrayna ülkesinin EU ülkesi olması için farklı adımlar atmış bu adımlar Rusya’nın engellemelerine takılsa da, gelişmeler son derece olumlu geçmiştir. Ukrayna henüz vize serbestîsi anlaşmasına imza atmayı başaramamış olmasına rağmen önemli bir yol kat ettiğini söyleyebiliriz. Ukrayna diğer ülkelere göre farklı olduğu yerleri biraz daha fazla ülke içerisinde Rus kökenli vatandaşlarının çok olmasında dolayı düz bir çizgide ilerlemeye çalışmasına rağmen iç karışıklık birçok gelişime engel oluyor. Ukrayna ‘da vatandaşlık başvurusu yapmak için belirli kriterleri yerine getirmiş olmanız gerekiyor. Hepsinden önce vatandaşlık vermek için kapılarını açmış gelin diyen bir ülke olmadığını belirtelim.
Ukrayna ‘da vatandaşlık alabilmenin için iki farklı sistem bulunmakta bunlardan bir tanesi aile birleşimi yani evlilik ile vatandaşlık başvurusu. Evlilik ile başvuru yapabilmeniz için Ukrayna topraklarına D tipi vize şile giriş yapmanız gerekmektedir. Evlilik için gerekli olan evrakların Türkiye makamlarından alındıktan sonra tercümeleri yapıldıktan sonra noter tasdik ve en son aşama olarak da apostil yapılmış olması şarttır.
Hazırlanmış olan evraklarla beraber Ukrayna Yabancılar Şubesine evraklar teslim edildikten sonra 30 gün içerisinde sonuçlanacaktır. 30 günün sonun da evraklarınız kabul görürse Ukrayna topraklarında 1 yıl olarak geçici oturum belgesi alacaksınız. Ukrayna topraklarında eşinizle ile beraber kesintisiz olarak 3 yıl sorun yaşamadan aynı zaman da evliliğinizi gerçek evlilik olduğunu ispatladıktan sonra vatandaşlık hakkı kazanıyorsunuz.
ukrayna-vatandasligi-nasil-alinir-1
Vatandaşlık başvurusu uzun bir süreç ilk olarak mutlaka dil sertifikası almanız gerekiyor. Dil sertifikası sınavından sonra tarih sınavına girmeniz gerekli, buda sınav Ukrayna kanunları, yakın ve uzak tarihini içeren soruların olduğu bir sınavdır. Bu sınavların tamamından başarı ile geçerseniz 8 – 10 ay içerisinde heyet tarafından mülakata çağrılacaksınız bu sizin vatandaşlık almanıza karar verecek bir heyettir. Bu heyeti başarı ile geçtikten sonra meclis onayı ile beraber Ukrayna vatandaşlığını almış oluyorsunuz.
Ukrayna da vatandaşlık almanın bir diğer yolu ise iş yeri kurulması ve bu işyerinin başarı ile yönetilmesinden geçiyor. Bunun dışında Ukrayna topraklarında iş kurmak isteyip banka hesabınızda yatırım için 100.000 bin dolar sermaye gösterirseniz süresiz olarak oturum belgesine sahip oluyorsunuz. Bunun dışında kurduğunuz iş yerini 5 yıl boyunca işletim ve ikametinizi kesintisiz olarak sağlarsanız Ukrayna’da vatandaşlık hakkı kazanmış oluyorsunuz. İşletmektir yukarıda belirttiğimiz kanunlar aynen geçerlidir. Bu izlenecek sistem evlilik yolunda izlenen sistemle neredeyse aynıdır sadece 3 yıl yerine 5 yıl olarak zaman aralığı bulunmaktadır.

Brexit Nedir? Sonuçları Neler Olacaktır?

Brexit Nedir? Sonuçları Neler Olacaktır?
2016 hem ekonomik hem de siyasal olarak çok sayıda çalkantının yaşandığı bir yıl oldu. İnsanlar bu yılı geride bırakarak sanki tüm kötü olayları geride bırakacaklarını düşünüyorlar. Ancak hiçbirşeyi geride bıraktığımız yok. Her şey bize çok yakın ve bu olaylardan bazıların 2017 yılında etkileri devam edecek. Bunlardan birisi Brexit olayıdır. Birçok kişi bunun ne olduğunu biliyor. Bilmeyenler için İngiltere’nin referandum kararı ile AB’den ayrılmasına verilen isim olduğunu söyleyebiliriz. İlk karar çıktığında piyasalarda yaşanan dalgalanma şu an için stabilize edilmiş durumda görünüyor. Ancak ayrılma sürecinin başlaması ile birlikte farklı sonuçların yaşanacağı söyleniyor.
Brexit nedir?
İngilizce çok sayıda kısaltma kelime vardır. Bu kelimenin ortaya çıkış şeklide iki kelimin kısaltmalarının birleştirilmesidir. Britain yani Britanya kelimesinin sonuna çıkış anlamına gelen exit kelimesinin eklenmesi ile oluşturulmuştur. Bu karar 23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen oylama ile ortaya çıkan bir kavramdır. Bildiğiniz gibi AB ülkeleri kendi içlerinde bağımsız ancak birçok konuda ortak hareket eden ve ortak bir para birimi kullanan bir topluluktur. Bu topluluk içinde bulunan en önemli ülkelerden birisi de İngiltere’ydi. Ancak yapılan oylama ile artık bu durum tersine dönüyor. Artık bir ada ülkesi olan İngiltere’nin AB’den ayrılacağı kesinlik kazanmış durumda. Bu işlemin gerçekleşmesi ile birlikte ekonomik olarak neler olacağı ve küresel piyasanın bu sürece nasıl tepki vereceği merakla izlenmeye devam ediyor.
Brexit kararının ardından İngiltere’yi ne bekliyor?
Bu konuda referandum öncesinde başlayan süreç ile birlikte İngiltere Merkez Bankası çeşitli açıklamalarda bulundu. BOE yaptığı açıklamada sonucun ayrılıktan yana çıkması halinde finansal olarak piyasaların büyük yaralar alacağını ve dış ticarette azalış görüleceği yönündeydi. Şu an için bu gelişmelerden bazıları oluşmuş durumda. Ancak kararın ardından ayrılık basit bir şekilde gerçekleşmiş değil. Çünkü İngiltere ve AB kanunları birbirleri ile iç içe girmiş durumda. Ve birlikten ayrılmak için belirli bir yol haritası izlenmesi şartı var. Bu yol haritası sayesinde ekonomik zararların en az miktara indirilmesi düşünülüyor.
Hatta G7 Ülkeleri maliye bakanları yaptıkları açıklama ile İngiltere’nin küresel ve AB ekonomisi açısından birlikte kalmasının doğru tercih olduğu yönünde paylaşımlar yayınladı. Ancak halk bunların hiçbirini dinlemedi ve referandumdan karar oyu çıktı. Bu sonucun ülke ekonomisine bazı zararlarının olacağının onlarda mutlaka farkındalar. Örneğin dış ticaretinin yüzde 55’i AB ülkeleri olan ülkede bu oranda büyük bir düşüş yaşanmasının muhtemel olacağını söyleniyor. AB ülkelerinin bir tepki olarak ticaret faaliyetlerinde azalmaya gideceği ön görülüyor.
Brexit sonucunda küresel piyasalarda yaşanacaklar
Politik bir sorunun ortaya çıkma ihtimalini söylememize gerek yok. Bu da İngiltere merkezli olarak finansal piyasalarda işlem gören bir çok varlıkta yüksek dalgalanmalar ve sert fiyat değişiklikleri oluşmasına neden olacağı üzerinde duruluyor. Bunlar olumsuz olarak hazırlanan bazı senaryolar gibi görünse de bazıları gerçekleşmiş durumda. 2017 yılı içinde bu süreç tam anlamı ile hız kazanacak gibi duruyor. Bu EURO’nun darbe alması anlamına geliyor. Aynı yıl içerisinde İtalya’da aynı istek için halk referanduma gidecek. Burada  ki sonucunda AB’den ayrılma yönünde çıkması halinde bir domino etkisi bizleri bekleyebilir. Ne kadar AB içerisinde dünyanın önde gelen ekonomilerine sahip olan Almanya ve Fransa gibi ülkeler olsa da geleceğinin hiç de parlak olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle geçtiğimiz yıllarda Portekiz, İspanya ve Yunanistan krizlerinin yaraladığı Euro’nun gücünü kaybetme ihtimali de bulunuyor.

11 Şubat 2017 Cumartesi

İlginç Bir devlet BELÇİKA

Avrupa’nın Kurduğu İlginç Bir Devlet: Belçika-1


Avrupa’nın en ilginç ülkelerinden birisi ile karşı karşıyayız. Burası Belçika. İlginçliği birkaç nedene dayanıyor. Bir kere burada ne bir dil birliği var nede bir millet kavramı. Çünkü sonradan ve zoraki kurulmuş suni bir devlet. 18 Haziran 1815′de Fransa’nın diktatörü Napolyon’un birleşik Hollanda, İngiliz ve Prusya kuvvetlerine yenilmesi üzerine istila ettiği topraklar boş kalıyor. Bu ittifak güçleri de ellerinde kalan bu toprakları paylaşamıyorlar. Topraklarımızın arasında yeni bir devlet kuralım diyorlar. İşte Belçika 1830 yılında böylece doğuyor. Tabi böyle bir ittifak sonrasında doğunca da bir tarafı Flamenca, diğer tarafı Fransızca, az bir tarafı da Almanca konuşur hale geliyor. Yani kısacası, ülkenin bir yanındaki tabelaları diğer yanından gelen insanların anlayamadığı ilginç bir ülke burası.

İslamiyeti Tanıyan Tek Avrupa Ülkesi:
Ülkenin bir diğer ilginç yanı ise Avrupa Devletleri arasında İslamiyeti resmi din olarak kabul eden tek devlet olması. Tabi böyle bir durum nedeniyle, ülkelerindeki resmi müslüman din adamlarını destekliyor, hatta maaş veriyorlar. Devlet okullarında İslamiyet seçmeli ders haline getirilmiş. Bu dersi veren öğretmenlere devlet tarafından maaş da veriliyor. Bu farklı durumun, tarihte kendisine din olarak İslamiyeti seçen bir Belçika Kralından kaynaklandığını söyleyenler var.
Emirdağ Cumhuriyeti’nden Geliyorum:
Başkenti Brüksel. Gerçekten devasa bir başkent. Ve içerisinde ne ararsanız var denilecek kadar fazla milleti bir arada görebilirsiniz. Çünkü Belçika, bir zamanların en kolay oturum alınabilen ülkesiymiş. Bu durumdan dolayı farklı ülkelerden nice insan buralara yerleşmiş durumdalar.Tabi ülkedeki azınlıkların içinde Kongolular ciddi bir kalabalığı teşkil ediyorlar. Nede olsa bunlar Belçika’nın eski sömürgeleri. Kongolulardan sonra en büyük çoğunluğu Emirdağlılar oluşturuyor. Türkler demiyorum çünkü Afyon Emirdağlılar tarihte bu göç meselesini o kadar abartmışlar ki bazı Belçikalılar, Emirdağ adında bir ülkeden gelindiğini düşünür hale gelmişler. Emirdağ meselesi Belçika’da o kadar meşhur olmuş ki, Türkiye’ye ziyarete gelen nice Belçikalı özellikle Emirdağ’ı görmek istemiş. Hatta görüp, şaşırarak – “Ama burası Türkiye’den daha küçükmüş diyenlere bile rastlanmış.”

Belçika Denilince Brüksel, Brüksel Denilince Grand Place:
Brüksel adı Broeksele, yani flamence bataklık anlamına geliyor. Asıl şehir aslında şuan ki zeminin 1.5 m. altında imiş. Ve ilk kurulduğunda civarı tamamen bataklıklar ile kaplıymış. O zamanki Brabantse yönetimi burayı kendilerine merkez seçiyorlar.
1695 de Fransa Kralı 14.Louis ile İngiltere ve Hollandaya karşı savaşıyor. Bu sırada toplar nedeniyle Brüksel yerle bir oluyor. 19.yy sonlarına doğru buradaki tüm binalar yeniden restore ediliyor. Tabi bu yıkım ve tamirattan Grand Place denilen ünlü meydan da nasibini alıyor. Bu meydanı Belçika’ya turist olarak gelen hemen herkes bilir. Eski şehrin merkezi sayılır ve etrafı son derece tarihi ve şaşaalı yapılar ile çevrilidir. Türkiye’den Belçika’ya görüşmelere gelen başbakanlarmızın bile burada bir kahve içmeden ayrılmadıkları meşhurdur. Belçika, diğer devletlerin eli ile özel bir devlet statüsüne ulaşınca, bu devletler şehrin merkezindeki binaları tek tek ele almışlar ve kendi usluplarınca restore ettirmişler. Meydanın en görkemli binası olan Belediye binasının üzerinde altından bir Mikail As. altından heykeli duruyor. Burada bir ejderhanın derisini yüzerken canlandırılmış. Bina 96m yüksekliğe sahip. Tam çapraz karşısında Belçika’nın ilk çukulata üreticisi ve onun yanında da eski bir ekmek fırını. Ama binaların bugünkü görkemine bakarsanız
hepsini ayrı ayrı saralar zannedebilirsiniz. Meydan 1998 yılında Unesco’nun korunması gereken dünya mirası listesine alınmış.
Çiş Yapan Çocuk ve Maceraları:
Grand Place’ye geldiğinizde, eğer güzel güneşli bir günde oradaysanız dünyanın dört bir yanından, yada farklı dünya görüşlerinden nice insanı bir arada görebilirsiniz. Herkes elindeki pankartları, yada üzerlerine yazdıkları yazılar ile kendi görüşlerini dile getirmeye çalışmaktadırlar. Bu renkli manzarayı izleyip ileriki sokakta,. Stoofstraat’ın köşesinde, onlarca insanın görmek için birbirlerini çiğnedikleri 58 cm. boyunda bronz bir çocuk heykeline de bakmak isteyebilirsiniz. Gerçi çok münasebetli bir hali yoktur bu heykelin. Çünkü kendisine bakan onlarca insanın karşısında ha bire çiş yapmakla meşguldür. Çevredeki hemen tüm dükkanlarda bu çocuğun bir eli belinde, diğer eliyle pipisini tuttuğu heykeli binbir şeyin üzerine çizilmiş halde satılmaktadır. Tüm bunları görünce, -”Bu insanların başka işleri yok mu demekten kendinizi alamazsınız. Ama sizde o merakla o çocuğu görmeye gelmişsinizdir onların arasına.”
Bu çocuk heykelinin tarihi 1619 lara kadar gidiyor. 17.yy da kayboluyor ve yenisi yapılıyor. 1817 de bir suikaste uğrayarak bir kezde kırılıyor. Ardından son kez yenileniyor. O günden beri habire Belçika sokaklarına çiş yapıyor. Çevrede Belçika’yı tanıtacak çok da bir şey olmadığı için ve bu çiş yapan çocuk hadisesi de tuttuğu ve ülkeye turist çektiği için onun ortalıkları pislemesinden kimse şikayetçi değil.
Hatta hakkında uydurulmuş nice efsaneside var bu çocuğun. Tarihteki bir Brüksel istilasında bu çocuk ya ateşin, yada patlamak üzere olan bir bombanın üzerine yine dayanamarak şeyini yapmış ve ateş sönmüş yada bomba patlamamış. Hatta bu söylemi değiştirip, zavallı çocuğu, Brüksel’i işgal eden Alman askerlerinin üzerine işetenler bile var.
Çırılçıplak haliyle sokaklara çiş yapan bu çocuğu görüp sakın gariban falan sanmayın. Çünkü onda bulunan elbise bugün dünyanın hiçbir çocuğunda yok. 1698 yılından itibaren her bayram yada özel günde bu ortalık yavrusunun farklı şekilde giydirilmesi adetten olmuş. Bu nedenle de 2006 itibari ile şuan gardırobunda 700 parça elbisesi bulunuyor. Bu elbiseleri de Grand Place’de bulunan ve müze haline getirilen bir binada sergileniyor.
Sen tut, hayali bir çiş yapan çocuk icad et, Onu cümle alemin önünde habire işet, dünya üzerinde nice aç açıkta ve çıplak çocuk varken bu cansız yavruya 700 ün üzerinde elbise dik ve giydir, hemde bu giyinme günlerini milli bayram havasında kutla, sonrada bu nesebi belli olmayan veletin elbiseleri için bir müze kur, ardından da bunun sektörünü icad et ve nice biblosunu, tşörtünü, bardağını, çardağını yap ve milyon Euroları götür. Pes doğrusu……..
Haa unutmadan bu yavrucukun yalnız canı sıkılır diye 1985 yılında bir de dişisini yapmışlar. Ama kız çocuğu bu işi, erkek gibi ayakta değil de biraz farklı yaptığı için hiç de estetik görülmemiş ve hemencecik ortadan kaldırıvermişler.
Mineurope’a Süleymaniye’yi Kondurmak:
Eğer Brüksel’deyseniz ve vaktiniz de varsa size Burugge Park içerisinde bulunan Mineurope’u gezmenizi tavsiye ederim. Burada yapacağınız birkaç saatlik bir gezi ile tüm Avrupa’yı dolaşmış hale gelebilirsiniz. Bilmem hatırlar mısınız ? 2004 itibari ile İstanbul Halıcıoğlu’nda, Haliç yanında bir Minyatürk’ümüz açılmıştı. İşte onun Avrupacası burada duruyor.Eğer yanınızda bir çevireninizde varsa kısa sürede Avrupa ve tarihi binaları hakkında ciddi malumat sahibi olabilirsiniz. İtalya’nın Pizza Kulesinden, Vezüv yanardağına, Paris’teki Sakrikör Kilisesinden, Eiffel Kulesine, İngiltere’deki İlkçağ menhirlerinden bilmem daha nelere kadar her bir şey buraya özenle küçültülerek yerleştirilmiş. Son birkaç yıl içinde parka yeni eklemelerde oldu. Ne de olsaAvrupa birliği durmadan büyüyor. En son eklenen şeylerden birisi de Yunanistan’da bulunan Akropol yani tarihi Roma Tapınağı oldu. Buraları gezerken Türkiye’nin de Avrupa birliğine girdiğini hayal ediyorum. Acaba o zaman, içinde belki 40 tane kilisenin olduğu bu minik şehre dev bir Süleymaniye yada Selimiye konduracaklar mıdır acaba?
Dolgulu Çukulata ve Hatırlattıkları:
Belçika denilince akla ilk gelen şeylerden birisi de çukulatası. Birkaç meşhur marka altında dünyaya bunları pazarlamaktalar. Bu ülkeye çukulata tabiî ki sömürü anlayışları ile birlikte giriyor. Aslında çukulata denilen naneyi kakao halinde ilk kullananlar Aztekli zenginler. Kakao ağacındaki meyveden elde edilen bu ürünü eritip eritip içiyorlarmış. Hatta o kadar lüks bir ürünmüş ki zamanında değiş tokuşlarda para yerine de kullanılıyormuş. Kristof Kolob yada İspanya’daki Müslüman kaşifler yoluyla Amerika’dan getirilen bu üründe içine şeker karıştırılarak çukulata olarak kullanılmaya başlanıyor. Bu ürünü Belçika’da meşhur yapan şey ise ilk kez çukulatanın içini dolgulu bir hale getirerek kullanmaya başlamaları.
Gerçi bana Belçika çukulatası denilence hiç de güzel şeyler hatırlamıyorum. Bir defasında Belçika’dan Türkiye’ye gidecekken hediye olsun diye kutu kutu çukulata alıyorduk. Tezgahtar kadın çukulataları kutulara koyarken, önündeki onlarca çeşitten yeşilli bir tanesi dikkatimi çekti. Bu nasıl bir şey acaba diye yanımdaki Belçika’da okuyan Cüneyt Kardeşime sordum. O da, bir tadına bakın isterseniz abi dedi ve kadına oranın dili ile o yeşilli olandan bir tanesini tatmak istediğimizi söyledi. Kadın önce kaşlarını çattı. Sonrasında yanımdaki arkadaşıma bir şeyler söyledi. Arkadaşım bana çevirdiğinde şaşkınlık içerisinde kalmıştık. Çünkü kadın tadılan şeyi de fiyatlandıracağını söylüyordu. O kadar kutu çukulata almamıza rağmen bize tattıracağı tırnak kadar çukulatayı tarttı sonra bize verdi ve az sonra kutuları tarttıktan sonra o parçanın da gramını üzerine koyarak öyle hesapladı. Bunun üzerine siz ne dersiniz bilemiyorum ama ben söyleyecek çok fazla bir şey bulamıyorum. Sadece birtek şey geliyor kulaklarıma, O’da İnsanlıktan ve paylaşımdan yoksun bir toplumun çatırdama sesleri.
Fransa Diktatörü Napolyon’un Yıkıldığı Yer:
Brüksel’den Şarlova’ya doğru ilerliyoruz. Yolumuzun üzerinde tarihi değeri olan birkaç yeri ziyaret edeceğiz. Bunlardan ilki 17.yy sonlarında meydana gelen bir büyük savaşa şahitlik eden bir mekan. Ve tabi burasının bugün müzeye dönüşmüş hali. Waterloo ve Napolyon
İlk Tokadı Osmanlı’dan Yemişti:
En başından başlayacak olursak, Napolyon’u Fransa ordusunda hızla yükselen hırslı bir asker olarak görürüz. İpleri bir bir ele aldıkça ileride kurmayı düşündüğü dev Fransız İmparatorluğu kafasında daha bir şekillenmeye başlamıştır. Önce hasta adam olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne saldırmaya kalkar. Halbuki o zamanlara kadar Osmanlı Devleti ile en iyi ilişki içinde olan Avrupa Devleti
Fransa’dır. Kanuni’den ve onun Almanların elinden kurtardığı krallarından bu yana hep Fransa pohpohlanmış ve hatta ilk kapitilasyonlar da Fransızlara verilmiştir. Bu yakınlık dolayısıyladır ki hemen tüm Osmanlı asilzadeleri ana dilleri gibi Fransızca bilmektedirler. Ama Avrupa’nın dostu yoktur, sadece menfaatleri vardır. Bu nedenle Osmanlı ile olan geçmiş dostluklarına bakmadan Kuzey Afrika’ya saldırır Napolyon. Mısır’ı binbir kılıf içine geçmiş yalanları ile istila eder. Müslüman
olduklarını, Osmanlı’ya yardıma geldiklerini bilmem daha nice teraneleri söyleyerek Mısır’ı sömürmeye başlar. Ama ensesine Osmanlı tokatının inmesi gecikmez. Cezzar Ahmet Paşa, o 93 lük ihtiyar paşa Napolyon’a hayatının ilk yenilgisini Akka’da tattıracaktır. Hemde Fransız usulü ile yetiştirilmiş Nizamı Cedid Ordusu ile.
Buralarda fazla tutunamayacağını anlayan sahte diktatör bu kez ordusunu ve her şeyini bırakarak gizlice Fransa’ya kaçar ve yönetimi ele geçirir. Büyük Fransa hayalleri ile çevreyi istilaya başlayacaktır. Yenilgi gecikmez, 1814 de Leipzig de yenilir ve Elbe adasına sürülür. . Elbe’de ülke paylaşımını duyar ve her şey kaybedilmedi diyerek 26 Şubat 1815 de adadan kaçarak 1 Mart da 800 kişilik askeri ile Cannes’e gelir. Paris’e doğru ilerler. Fransa kralının etekleri tutuşmuştur. Napolyon hemen durdurulmalıdır. Bu amaçla Maraşel Michel Ney’i Napolyon’un üzerine gönderir. Fakat O, Napolyon’la savaşacağı yerde gider ve ordusunu O’na teslim eder. Napoyon Paris’e geldiğinde Fransa Kralı çoktan tabanları yağlamıştır.
Yenilgiye Doymayan Generalin Sonu:
20 Mart’ta yönetimi yeniden ele geçiren Napolyon, 2 ayda 200 bin kişilik bir ordu hazırlar. 120 bin askerle Belçika sınırına gelir. 14 Haziran’da burayıda geçer. Müttefiklerde bunun üzerine Napolyon’a karşı yeni bir birlik oluştururlar ve Waterloo’ya gelirler. Bu birliğin içinde; İngiliz, Hollanda ve Hanofer ile Prusya askerleri bulunmaktadır. 16 Haziran’da Prusya ordusu ile karşılaşan Napolyon birlikleri bunları dağıtır. İki gün sonra da Waterloo’da tüm ittifak güçleri ile çarpışacaklardır.
17 Haziran gecesi ciddi şekilde yağmur yağar. Yer tamamen kahverengi bir çamur halini alır. Fransızlar, önce topları ile en önde bulunan Hollandalıları perişan ederler. Fakat arkadaki ingiiliz atlılarına bir şey olmaz. Onlar Fransızları kovalamaya başlarlar. Sonra Prusya birlikleri yetişir. Bu kez Napolyon süvarilerini gönderir. Ama süvarileri tamamen imha olur. Savaşı kaybetmiştir. 21 Haziran’da Paris’e döner ama meclis tarafından azledilir. Amerika’ya kaçmayı düşünür. İngilizler limanları kontrol ettiği için kaçamaz. Bu kez İngilizlere iltica etmeye karar verir. İngilizler onun iltica talebini kabul etti gözükürler fakat kandırarak Sint Helena adasına sürgün ederler. Orada altı yıl kalır ve 5 Mayıs 1821 de, sefalet içinde pis bir hücrenin köşesinde vefat eder. Durumuna gardiyanları bile acıyacaktır. 19 yıl sonra gün, devran dönecek ve Elbe Adasından Marsilya kıyılarına çıktığında kendisine tabi olan dev Fransız ordularının yaptığı gibi bu kez, kemikleri bu adadan çıkarılarak milli bir kahraman edası ile Paris’teki Dome des İnvalides’e defnedilecektir.
Fransızlar Ermeni soykırım tasarısını bu kadar benimserken ve Almanya’daki soykırıma maruz kalmış Yahudilere bu kadar arka çıkarken nasıl oluyorda dünyayı yutmaya çalışan ve birleşik Avrupa orduları tarafından mağlup edilip sürgünde ölen diktatörlerini bugün çok sevmekte ve kemiklerini Paris’in en önemli sarayının bahçesinde kurdukları özel bir mezarda barındırmaktadırlar. Hemde girişine onlarca Euro para keserek. Yoksa onların Napolyon’unun Mısır’a saldırıları, yalanlarla halkı kandırmaları, Avrupa’yı yutma ve insanları kitle halinde esir ve imha planları Fransa’nın bu insanlık ölçülerinin dışında mı kalıyor?
Neyse diyor ve Waterloo Savaşı’nın cereyan ettiği ve bugün müze haline gelen alanı geziyoruz. En çok dikkat çeken şey, geniş bir düzlüğün ortasında yığılmış bir suni tepe ve bunun üzerinde bulunan dev arslan heykeli. Bu tepe buraya savaştan iki yıl sonra Hollanda kralı 1.Willem tarafından (1823-26) yaptırılmış. 40 m. yüksekliğindeki tepenin üzerinde 28 ton ağırlığında bulunan birde aslan heykeli var. Heykelin kaidesi bile 4,5m. yüksekliğe sahip. Bu devasa tepeye tam 226 basamak ile çıkıyorsunuz. Tepenin en büyük özelliği, savaş alanını size panaromik bir görünüm ile izletebilmesi.
Burada da aynı ticari sektörün tüm detayları ile işlediğini görüyoruz. Napolyon ve Waterloo’ya ait ne varsa yine binbir süs eşyası üzerinde satışa sunuluyor. Yolumuzun üzerindeki bir diğer tarihi yer aslında tam da tarihi sayılmaz. Çünkü O’nu meşhur yapan şeyin üzerinden daha yüzyıl geçmedi. Tabi ki üzerinden yüzyıl geçmeyen hiçbir şey de tarihi olmuyor.
Hitlerin Toplama Kampı:
Burası Antwerpen’in 20 km. güneyinde, 2.Dünya savaşı sırasında Naziler tarafından toplama kampı olarak kullanılan yer. İlk kez 1914 lerde 1.Dünya savaşında merkez üs olarak kullanılmış. 16 Mayıs 1940 da Almanlar geldiğinde burasını toplama kampı haline getirmişler. Sanıldığı gibi Yahudilerin gaz odalarında yakıldığı bir yer değil burası. Aslında Yahudilerden ziyade Yahudilerle iş yapan yada
yardım edenler buraya getiriliyormuş. Savaş suçluları da buraya getirilmiş. Burada toplam 3500 kişi kalmış. 1733 ü burada ölmüş. Günlük 225 g.ekmek, dört tas kahve, bir litrede su çorbası veriliyormuş. 1947 de müze haline gelmiş. İçerisine girip geziyoruz. Aynen bir ortaçağ kalesi gibi dışı tamamen su dolu bir hendek ile çevrili. Kamp binaları genelde toprak ile kamufle edilmiş. Küçük ve çok yataklı, ranzalı odalar var. Beni en çok etkileyen şeylerden birisi ise aynı anda birçok insanın yıkandığı yada tuvalet ihtiyaçlarını giderdiği yarısı açık havuzcuklar oldu. Mahkumları üzerlerine su tutarak burada yıkıyorlardı. Savaşın neresi güzel ki, burası da güzel olsun.
Fabrika Şehir Charleroi:
Artık Charleroi’ye gelmiş bulunmaktayız. Burası her şeyi ile tam bir sanayi şehri. Evlerinin hemen hepsi tuğla ile kaplı. Şehir ile bir olan dev demir fabrikalarından çıkan dumanlardan mıdır bilmiyorum, bu tuğla kaplamalar genelde kararmış bir şekildedir. Yani bu endüstri buraya hem hayat olmuş hemde hayat almış. Baştan anlatacak olursak, Charleroi, bir zamanlar Avrupa’nın ilk demir üreten fabrikasına sahipmiş. 19.yy başında John Kukril adında bir zat buraya bu fabrikayı inşa etmiş. 1963 de Türkiye’den ilk gelenler buraya yerleştirilmişler ve buradaki fabrikalarda işci olarak çalışmışlar. Hatta bu demir çelik fabrikalarında kullanmak üzere hemen yakınlardan kömür çıkartan bir madende 1973 yılında ciddi bir patlama olmuş ve bu patlamada birçok Türk ve İtalyan hayatını kaybetmiş. Bir zamanlar bağrındaki zengin demir ve kömür rezervleri ile dünyanın sayılı zengin şehirlerinden biri olan Charleroi bugün alternatif enerjiler nedeniyle o kadar rahat değil. O günlerden hatıra olarak kalan ise genelde şehrin birçok yerine hakim olan devasa kömür yığınları. Bu yığınlar artık o kadar tabi hale gelmiş ki, üzerinde ot biten, çukurluklarında tabi göllerin oluştuğu ortamlar haline gelmişler.
Hitlerin Sığınağı Bile Müze Olmuş:
Cherloroi’ye gelmişken buradan biraz daha aşağılara inmeye karar veriyoruz. Charleroi’ya 40km. uzaklıkta Fransa sınırına yakın, Coüvin şehrine bağlı Peche Köyü’nün içinde, ormanların içinde bir takım sığınaklar var. Burası, 2.Dünya savaşı başlarında, Belçika işgali sonrası, Hitlerin konakladığı ve Fransa işgal planlarını yaptığı yer. Bizlerde havanın soğukluğuna ve hafif hafif atıştıran karabakmadan yola çıkıyor ve buraya varıyoruz. Peche Köyü gerçekten söylendiği kadar küçük ve sevimli. Fakat ilginç olan şey, bugün müze haline gelen Hitlerin sığınaklarının hemen önünde bir takım insanlar küçük bir kalabalık oluşturmuşlar. Herhalde bu soğukta kimse Hitlerin sığınağını görmeye bizim kadar meraklı değildir diye düşünerek yaklaşıyoruz. Az sonra haklı olduğumuzu, grubun bir çeşme başında beklemesi ile anlıyoruz. İnsanlar buraya su doldurmaya gelmişler. Aynen Türkiye’de gördüğümüz gibi ellerinde bidonlar öndekilerin sularını doldurup gitmelerini bekliyorlar. Avrupa’da ilk kez böyle bir manzara ile karşılaşıyorum.
Buraya suya gelmeleri evlerindeki suyun kesikliğinden değil, buranın suyunun çok güzel oluşundan kaynaklanıyormuş. Bizde eğilip birkaç avuç içiyoruz. Gerçektende harika bir su. Hitler konaklayacağı yeri biliyormuş diyoruz.
Az ileride etrafı tellerle çevrili açık müzemiz duruyor. İlahi Belçikalılar, Napoyon’un Voterlo savaş alanından, çiş yapan çocuktan sonra şimdi de bu dört duvarı görmek için para istiyorlar. Görülecek şey sadece yarı toprak altında olan iki adet sığınak. O kadar. Bu kadar yolu gelmişiz eli mahkum ücretimizi ödüyor ve giriyoruz içeriye. Dağın bir kenarında ciddi şekilde kalın duvarlar ile çevrili küçük bir barınak. İç içe kapıları var ama bu kapılar öyle dağ evi kapısı falan değil, bildiğiniz banka kasası kapılarından. Üzerinde en az üçer adet kilit kolu var. Herhalde yoğun bombardımandan dolayı buraya sığınıyorlardı.
Üç beş adımlık sığınağı dolaşıyor ve içerisindeki gözleme yerlerinden dışarıya bakıyoruz. Burayı da görmüş olmanın verdiği tatmin duygusu ile başımız göğe ermiş olarak arabalarımıza biniyoruz. Binerken de düşünmeden edemiyoruz, belki ileride bu zihniyetle hareket edilirse, yağmalanan onca kıymetli Bağdat müzesinin yerine; Irak’ta Saddam’ın sığınakları, tutuklandığı yeraltı odası ve Ebu Garih Hapishanesi’de ibretlik birer müze haline gelebilir.
Papazın Kemiklerinin Saklandığı Altın Sandık:
Daha vakit erken ve planımızda bir de Üniversite şehri var. Bulunduğumuz yerin tam zıt istikametinde Charlero’iye 35 km. uzaklıktaki Mons. Bu bölgenin Türk öğrencileri genelde burada okuyorlar. Şehrin en ilginç mimari yapısı merkezde bulunan Saint Waudrue Kadetrali. Ortaçağ’ın tipik Roman kiliselerinden biriyle karşılaşıyoruz. Üç nefli orta mekan. Haçvari sütunlar, kaburga tonozla örtülü bir çatı ve çok apsisli bir ana mekan. Burada ilginç olan şeylerden biri, Ana apsis’in hemen önünde bir kaide üzerinde duran altından yapılma bu kilisenin maketi. Aslındabu maket bir kutu işlevi görüyormuş ve Sint Waudrue’nin kemikleri şuan orada duruyormuş. Az sonra duvara asılı birkaç afişte özel günlerde kutunun açılıp kemiklerin teşhirine ait birkaç resim görüyoruz. Bu gördüklerimiz ile İlahi bir dinin gerçek hükümlerini bir türlü bağdaştıramayarak oradan ayrılıyoruz.
Maymunun Başını Okşayanın İşi İş:
Mons’un merkezinde en gösterişli binalardan birisi de Belediye Binası. Oraya doğru yaklaşıyoruz. Bu tarihi bina önünde ciddi bir kalabalık toplanmış. Herkes bu özel yapı ile ilgileniyordur diye düşünüyoruz ama az sonra yanıldığımızı anlıyoruz. Binanın tüm harikalığına rağmen öyle pek kimsenin yapının sanatsal yönü ile ilgilendiği yok. Tüm bu kalabalığı buraya toplayan şey binanın önüne sonradan kondurulmuş bir maymun heykeli ve hakkında uydurulan rivayetler. Güya kim bu maymun hekelinin başını bir kere okşarsa o yıl boyunca işleri hep iyi gidermiş. Millet maymun elleyeceğiz diye kuyrukta. İnsanoğlu’nun yaradılışında olan bazı zaafların dünyanın hiçbir yerinde değişmediğini görüyoruz. Bir tarafta çaput bağlamak için, üst üste taşlar yığıp dilek tutmak için yarışanlar, bu tarafta da Grand Place yada buradaki heykellere dokunmak için yarışanlar. Aslında bu gördüklerimiz, İnsanın, ruhunu doyurması gerektiği asıl şeyi ihmal etmesi neticesinde sarıldığı bir takım tutarsız şeylerden sadece birkaçı.
Wallonia Bölgesinin Karnavalları:
Belçika’nın güneyindeki Fransız etkisinde kalan Wallonia bölgesindeki birçok şehrin yıl içinde gerçekleştirdikleri bir takım festivalleri var. Mesela bunlardan birisi Charleroi’ye 15 km. uzaklıktaki Binche köyü. Her sene Mart ayının ilk salısı gerçekleşen Binche karnavalında insanlar birbirlerine tonla portakal fırlatıyor ve kafalarına tüylü tüylü şapkalar giyiyorlar. Bunun daha nice benzeri farklı vesilelerle birçok yerleşim merkezinde gerçekleştiriliyor. Fakat burada anlatmak istediğim şey, okuduğunuz zaman ciddi şekilde şaşıracağınız, diğerlerinden oldukça farklı bir karnaval.
Biz Türküz Diyen Belçikalılar Köyü:
Yer, Belçika’nın Almanya, Lüxemburg sınırında ve başkent Brüksel’e 160 km uzaklıkta bulunan ve ülkenin en güzel yerleşim yerlerinden biri olan Malmidy’e bağlı Faymonville köyü. Burası tam bir tabiat harikası. Hemen yakınlarında ünlü kayak tesisleri var. Birçok okulun yaz kampları için özellikle tercih ettikleri bir alan. Fakat bizi ilgilendiren konu bunların hiçbirisi değil. Bizi şaşırtan konu Faymonville köyü sakinlerinin kendilerini Türk olarak görmeleri ve her sene Türk karnavalı düzenlemeleri. Bu karnavallarında her bir yanı Türk bayrakları ile donatıp, yeniçeri kıyafetlerine bürünmeleri ve sokaklarda böylece yürüyüşler gerçekleştirmeleri.
Köye girdiğiniz zaman burasının bir Belçika yerleşimi olduğunu ancak girişte Türk Bayrağı yanında asılı duran Belçika bayrağından anlayabiliyorsunuz. Sonrasında o da bitiyor ve şehrin içi ve dışının Türk bayrakları ile süslü olduğunu görüyorsunuz. Eğer buraya elinizde bir Türk bayrağı ile girmişseniz, sizi gören birçok kişi bu bayrağı kendilerine vermenizi istiyorlar.
Köyde toplam 100 kadar ev var. Nüfusları birkaç yüz kişiyi geçmiyor. Normal zamanlarda da köyde Türk Bayrağı eksik olmuyor ama Martın ilk haftası gerçekleşen bu karnavallarında artık yer gök al yıldızlı bayraklarımızla donanıyor. O günlerde kadınları da bizim eski Türk kadınlarımızın giydiği tarzda elbiseler giyiyorlar. Erkekleri, ellerinde bayraklarımız at sırtında geçit törenleri yapıyorlar. Hatta bir mehter takımları bile var. Her ne kadar bizim mehterin parçalarını çalmıyorlar ve bizimkiler gibi yürümüyorlarsa da böyle bir grup kurmuşlar ve mehterlerinin önünde elleri Türk bayraklı üç atlı yürütüyorlar. Bu şenliklerinin en sevimlileri ise kuçaklarda taşınan, yeniçeri elbisesi ve başlıkları giydirilmiş yavrular. Hatta şehirlerine ait futbol takımına da FC Turkanıa adını vermişler. Hemen hepsi sarı sarı ama İlle de Türküz diyorlar.
Bu şirin Türk Köyü’nün tam adresi şöyle: Liege’den Verviers şehrini geçiyor ve 30 km. sonra Malmedi şehrine geliyorsunuz. Oradan 10 km. sonra bu güzel yerleşim yeri sizi karşılıyor. Köye girer girmez önce bir soluklanayım derseniz, köyün hemen ortasında, devamlı Türk Bayrağı asılan meydanın yanındaki Sultan Restourant’a uğrayabilirsiniz.
Avrupa’daki Türk İzlerinin Sebepleri:
Faymonville Köyü halkının bu tutumlarının sebebine gelince, bunu hemen bir çırpıda söylemek zor. Çünkü Avrupa’da gezerken birçok yerde Osmanlı’ya ait izlerlekarşılaşabiliyorsunuz. Bu izlerin sebebini araştırırken karşınıza hemen her zaman birkaç sebep çıkıyor. Bunlardan ilki, Viyana’yı geçemeyen orduya rağmen taa Almanya ve İspanya içlerine kadar ilerleyen akıncı birliklerimiz. Bunlardan bazıları gittikleri yerlerde kalmış ve zaten o dönemlerde Osmanlı, tüm dünyanın cazibe merkezi olduğu için onlarda birer Osmanlı ferdi olarak bulundukları toprakları etkilemişlerdi.
Bir diğer sebep ise 2.Viyana Bozgunu sonrasında tutsak edilen birçok Osmanlı Askerinin Avrupa’nın dört bir yanına götürülerek teşhir edilmeleri. Haçlı zihniyeti ile bu askerlerimizi kendi insanlarına göstererek, bunlardan korkulmaya gerek yok demeye çalışmışlardı. İşte bu askerlerin götürüldükleri yerlerde bir takım etkiler bıraktıkları düşünülüyor.
Avrupa’daki Osmanlı izleri ile ilgili karşımıza en çok çıkan kanı ise, Osmanlı’nın buradaki insanlara bir şekilde bir iyiliğinin geçmesi ile ilgili. Uzak bir Avrupa ülkesinde eğer korunan ve saygı gösterilen bir Osmanlı izi, bir tuğrası, bir mezarı vb. varsa yaygın inanış olarak, Osmanlı’nın bir şekilde o yöre halkını himaye ettiği düşünülüyor. Örneğin güçlü komşuları tarafından tam yutuluverecek bir halk kitlesinin Osmanlı’dan yardım istemesi ve Osmanlıların onları ya akıncı kuvvetleri ile yada sadece Yeniçeri elbiseleri vererek yada mehter çalgıları ve kıyafetleri göndererek taltif edip korumaları gibi. Tarihe baktığımızda bunun bunun nice örneğini görmek mümkündür. Özellikle Katolikler tarafından asimile edilmek istenen Ortodoks cemaatlerinin korunması, Macar yönetici Tökeli İmre’nin desteklenmesi vb.
Dördüncü sebep ise buradaki Türk sempatizanlığını daha iyi açıklıyor. Bilindiği üzere Ortaçağ’da Avrupa devletleri, büyük sürüler halinde Haçlı Seferlerine çıkmışlar ve vahşiliğin her türlüsünü hem yollarda, hemde vardıkları yerlerde sergilemişlerdi. Özellikle din adamlarının da destekledikleri bu Haçlı Seferlerine tüm Avrupa insanının katıldığını söylemek doğru olmayacaktır. Az sayıda da olsa akliselim insan, bunun akıl dışı bir iş olduğunu düşünmekteydi. Türkleri ticaret vb. nedenlerle tanıyanlar vardı.Müslümanların ahlaki yapıları, mazlumun yanında olmaları vb. birçok şey kulaktan kulağa yayılıyordu. Bu ve benzeri nedenlerle Haçlı Seferlerine katılmayan köy yada kasabalarda olmuştu. Bu tavrı gösterenler toplumdan tecrid edilmiş, hiçbir şey yapılamıyorsa, -Siz artık Türk oldunuz denilerek kendilerinden soyutlamaya çalışmışlardı.
Faymonville Yaşlılarının Anlattıkları:
Faymonville Köyüne geldiğimizde, oradaki yaşlılarla yapılan söyleşilerde hemen hiçbiri Türklüklerinin nereden geldiğini sağlıklı bir şekilde ifade edemiyorlar. Az önceki verilerle bu bilmezliklerini karşılaştırdığımızda karşımıza, çevrelerinin bu tahakkümleri çıkıyor. Etraftan tazyik o kadar fazla idi ki en sonunda -Evet biz onlardanız demek zorunda kalmışlardı. Tabi bu anlattıklarımız neredeyse bin yıl öncesinin hadiseleri. Bin yılda birçok şey değişik unutulabilmektedir. Bu uzun zaman içinde sebepler unutulacak ama adet ve yaşantı devam edecektir.
Köydekiler bu tutumlarının sebebini bilmeselerde geçmişe ait bazı şeyleri hatırlıyorlar. Mesela 16. ve 17. Yuzyılda Avrupa ‘da Türklerden zarar gorenler için toplanan yardım kampanyasına bu köy destek vermemiş. Bununla da kalmayıp, Liege Prensini kızdırmak amacıyla kiliselerinde çan çalmayı iptal ederek dua çağrılarını ezan benzeri şeylerle yapmaya başlamışlar. Köy yaşlılarının en net hatırladıkları hadise ise 2.Dünya Savaşı ile ilgili. Bu savaşı yaşamış ve halen hayatta olan bir tanesi; -”Türk olmanın en büyük mükafatını ikinci dünya savaşında gördük. Alman askerleri köyümüzün girişinde Türk bayragını görünce köyümüze ve bize zarar vermedi” derken bir diğeri de “Alman askerleri Türk olduğumuzu farkedince korkularından zarar veremedi” yorumunu yapıyor.
Köy Farkedilince Ne Oldu?: 
Belçika’ya gelen Türklerin, biz Türküz diyen Belçika köyünü tanımaları 80′li yıllara dayanıyor. Bu köye yolu düşenler, köyün meydanındaki Türk bayrağını ilk gördüklerinde eminim ciddi şekilde şaşırmışlardır. Köyün bu farklı durumu duyulunca Türkiye’den basın bile gelip bu konuyu haber yapmış. Tabi mesele ciddi şekilde ele alınmayınca mesele tam anlaşılamamış. Anadolu’nun dört bir yanından, Belçika’ya gelmek isteyen gençlerden köydeki kızlarla evlenmek için mektuplar yağmış. Ama hiçbiri bu mektupları Fransızca yazmayı akıl etmedikleri için bunların hiçbiri anlaşılamamış. Eski siyasilerden de Köye ziyarete gelenler olmuş. Fakat Fransızca kıtlığı nedeniyle Belçikalı soydaşlarımızla irtibat kuramamışlar.
O görüşmelerde Faymonvillelilerin bizim siyasilerden en büyük isteği, Turkanıa adlı takımlarının Türkiye’deki takımlarla maç yapması imiş. Ama bu istekleri bugüne kadar ne yazık ki gerçekleşmemiş.

Belçika tarihi

Belçika tarihi 
günümüzde Belçika Krallığı'nın sınırı içinde kalan bölgelerin tarih öncesi zamanlardan günümüze kadar süregelen tarihidir.
Belçika tarih öncesi dönemlerde kelt kabileler tarafından yönetiliyordu. Bunlarden en önemlileri Menapii idi. Roma zamanında Güney Hollanda, Belçika, Kuzey Fransa ve Batı Almanya'nın bazı bölümlerinde yerleşik olan Kelt Kabileler “Belgae” olarak adlandırılıyorlardı.
Bölge orta çağda derebeyliklerine bölünmeden önce Roma İmparatorluğu'na bağlıydı. Orta Çağda (bugünkü bilinen Belçika), Fransa ve Alman İmparatorluğu arasında bölündü. Schelde akarsuyu bu iki imparatorluğun arasında sınır olarak kabul ediliyordu. Bugünkü Belçika bölgesi 15. yüzyıl'da Habsburglar’ın eline geçti ve 18. yüzyıl'ın sonlarında Fransızlar tarafından işgal edildi.
Napolyon Bonapart'ın 1815’teki yenilgisinden sonra Belçika, Fransa'ya karşı bir tampon bölge oluşturmak için Hollanda Birleşik Krallığı'na iltica etti. 21 Temmuz 1831 tarihinde Hollanda'dan ayrılıp, bağımsızlık ilan ederek meşruti monarşi yönetime geçmiştir. Belçikanın arma simgesi, “Birlikten Güç Oluşur” anlamını taşımaktadır. Bu birlik 1831'de 9 ilin birleşmesinde başarılı oldu ve bu dokuz ilin arması ülkenin arma levhasında temsil edildi.
Belçika I. ve II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edildi. Kuzeyde Felemenkçe konuşan Flamanlar ve güneyde Fransızca konuşan Valonlar arasındaki gerginlik son yıllarda anayasal değişikliklere sebep oldu. Böylece Belçika üç bölgeli ve üç topluluklu bir federal devlet haline geldi.
23 Ekim 2008'de Flaman bölge hükümeti, internet sitelerinde Belçika için ".be" olan alan adı kısaltmasını 2009 yılından itibaren Flamanlar için ".fla", ".vla" ya da ".vln" şeklinde tescil ettirerek kullanma kararı aldı

Hayalet şehir kapalı maraş

1970 li yıllarda Akdeniz'de dünyanın en güzel plajlarından birine sahip olan Kıbrıs'ın Maraş şehri, neredeyse tüm dünyanın, Gözde Turizm merkezlerinden biri idi. O zaman nüfusunun 36 bin civarında olduğu bu tatil şehrinde devasa oteller, Tiyatro ve sinema salonları, pahalı araç galerileri ve devasa gazinolar bulunmaktaydı.
1970-1974 yılları arasında altın çağını yaşayan Kıbrıs'ın bu tatil beldesi Maraş,  Kıbrıs'ın hakimi statüsündekiİngilizlerin desteği ve yoğun reklamı ile birlikte dünya çapında bir üne kavuştu. Ardından Akın Akın bölge turist çekmeye başladı.

Marilyn Monroe'dan Sophia Loren'e o dönemin pek çok ünlü sanatçısı Maraş'ta tatil yapmış ayrıca ünlü işadamı ve bürokratların da Uğrak tatil Rotasıydı.
Maraş için Akdeniz'in Las Vegas'ı tabiri kullanılıyordu. Öyle ki şehir gündüzleri Mısır'dan özel getirilen altın Kumlu plajları ile dolup taşıyor, geceleri ise yoğun eğlence hayatıyla insanları cezbediyordu. Maraş için Modern bir Pompei desekte Sanırım yanlış olmaz.
Dünyanın İlk 7 Yıldızlı Oteli Burada
Golden Sands (Altın Kumlar) Oteli

Maraş öylesine büyük yatırımlar yapılan bir şehirdi ki dünyanın ilk yedi yıldızlı oteli olarak tabir edilen İngiliz Kraliyet ailesinin yaptırdığı Golden Sands Otel bugün hala orada bulunmaktadır. Maraş'ın o dönem arsa metrekaresinin Milyonlar ile ifade edildi bir şehir olduğu unutulmamalıdır.

Niye Kapalı Maraş Oldu



Rumların Türk halkına yaptığı soykırımlar neticesinde Türkiye'nin garantörlük görevi üzerine başlattığı Kıbrıs Harekatı ile Kıbrıs karışmış ve ikinci Kıbrıs Harekatı'nda Maraş şehri 13 Ağustos'ta Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. 
O tarihten itibaren bu devasa tatil beldesi insanlara kapatılmış ve bugün Birleşmiş Milletler tarafından denetlenen yeşil hat olarak tabir edilen Kıbrıs tampon bölgesi konumundadır. Maraş tatil yöresi çeşitli anlaşmalar için kullanılmak üzere iki tarafında yanaşmaması nedeniyle hala kapalı konumdadır.
Maraş'ta bugün aralarında Sophia Loren'in villası ile İngiliz Kraliyet ailesinin Oteli ve bir adet kilise, Birleşmiş Milletler tarafından restore edilmiş Onun haricinde tüm binalar terk edilmiş ve hayalet şehir konumundadır.

10 Şubat 2017 Cuma

Kalaşnikof Kötülüklerin silahı


Ruslar için silahların anası olan AK-47 kısaltması ile bilinen otomatik tüfek Kalaşnikof, Dünya üzerinde en çok kullanılan ve dünya tarihine derin izler bırakmış bir silahtır.
Bu Silah, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara karşı kullanılmak üzere Sovyet ordusunda görevli  Mihail Timofeyeviç Kalaşnikov tarafından icat edilmiş ve Kalaşnikov, daha sonra silaha kendi adını vermiştir.
1941'de Almanların Barbarossa Harekatı ile Rusya'yı işgali sırasında bir tank mermisi ile yaralanan Kalaşnikov, daha sonra cepheden çekilerek Almanları yenmek için bir silah tasarlanmış ve 1947 yılında Automat kalaşnikof yani otomatik Kalaşnikof'u icat etmiştir.
Kalaşnikof otomatik silah Dünya üzerinde oldukça fazla yayılmış ve ne yazık ki hepsi de pek çok insanı öldürmüştür. Günümüzde hain terör örgütü PKK dahil olmak üzere dünya üzerinde pek çok terör örgütü tarafından kullanılan Kalaşnikov,  Vietnam'dan Doğu Timor'a, Afrika kıtasının tamamı ve Güney Amerika'ya kadar pek çok ülkede devrimler, iç savaşlar, çatışmalar ve terör eylemleri için kullanılmış ve kullanılmaya da devam etmektedir.
Kalaşnikov'un bu kadar popüler olmasının sebebi en başta çok zor bozulabilen bir silah olmasıdır. Suda bozulmayan, kuma gömülse dahi yine çalışmaya devam eden, kendi harbisi üzerinde takılı olan, atış hızı çok yüksek bu otomatik silah bu sebeplerden tercih edilmektedir. 
Kalaşnikov'un kullanma mantığında Sovyet düzeni içermektedir. Yani  günümüz dünya düzenine ve silahların tersine bir mantık işlemekte olup, Normal otomotik tüfeklerde sıralama emniyet-te-srei iken, kalaşnikof ta sıralam emniyet-seri-tek tir. Yani seri kısmı ortada yer almaktadır.

AK-47, Mihail Timofeyeviç Kalaşnikov'a kötü bir Şöhret bıraksa da Rusya için milli Kahraman olmuştur. Silahın icadından sonra Stalin birinci sınıf ödülü kazanmış  Ayrıca Boris Yeltsin tarafından tümgeneralliğe yükseltilen Mihail Timofeyeviç Kalaşnikov, ölmeden önce yaptığı açıklamada, adından dolayı gurur duyduğunu söylemiş ve ürettiği silahın dünya üzerinde pek çok kötü olaya karışması ve insan öldürmesine rağmen, ana vatanı korumak için silah ürettiğini ve icat ettiği silah yüzünden uykularının kaçmadığını ifade etmiştir.

Kalaşnikof AK-47, komünizmin çökmesi ve Sovyetler'in dağılmasının ardından, Rusların kendi uydu ülkelerinde ürettiği ve depoladığı Kalaşnikovlar sürekli karıştırılan ve savaş halinde bulunan dünya üzerindeki  pek çok ülkeye el altından Satılmış ve çoğu silah, terör örgütlerinin eline geçmiştir.

Kalaşnikof pek çok kirli işte kullanılmış  oldukça fazla sayıda insanın canını alan bir silah olmuştur.

Yakın tarihimizde Dünya üzerinde pek çok devrim, iç savaş, çatışmalar ve suikastlerle anılan Kalaşnikov, bugün Mozambik Devleti'nin bayrağında yer almaktadır. Ayrıca Doğu Timor ve Zimbabwe ülkelerinin armalarının da bulunur. Bu Silah ülkemizde de "Keleş" lakabıyla anılmakta olup Kalaşnikov, belki de dünya tarihinde gelmiş geçmiş en popüler silah olmuştur.